Esat KORKMAZ ZerParola Dergisi Köşe Yazarı
|
Gezi Direnişi, “rügüler özlem” yani “Öte-Dünya” işleri özlemi içinde “kavrulan” ve bu yangınla “seküler yaşamı” yani “Bu-Dünya” yaşamını kuşatmaya almaya çalışan; birey-toplum bilincini “öteleyip” yerine “Allah’ın dünya görüşünü” geçirme uğraşı içinde olan bir iktidara karşı, “çevre/kentleşme” hareketi donunda patlak verdi.
Bu direniş, iletişim alanında yaşanan “devrim” niteliğindeki gelişmelerin olanakları kullanılarak yaşama taşındı.
Daha önceleri devlet, iletişimi büyük ölçüde kontrol edebiliyordu.
Ama günümüzdeki elektronik iletişimi, kontrol etmek devlet için bile “olanaksız.”
Bu yeni iletişim biçimi, geleneksel iletişim biçimlerinden hemen hemen “tümüyle farklı”; belirli bir “biçimi, yapısı, mekânı” olmadığı gibi kurallanmış bir “dili” de yok.
ÖRGÜTLENME GÜNLÜĞÜ
Örgütlenme söz konusu olduğunda, “ezberimizi kırılmıştır”:
Örgütlenme alanı artık “işyerleri, evler, fabrikalar, tarlalar, üniversite yerleşkeleri” değil, “sanal” bir dünyadır.
Direniş, sosyal medya denilen sanal dünyada ne oluyor-ne bitiyor demeye fırsat bulamadan örgütleniverdi.
Tam anlamıyla “haber vermeden” geldi ve “sözümü rahat bırak”, diye haykırdı.
Klasik siyaset etme biçimlerinden “farklı” olduğu için, “belirli bir ideolojiye” dayalı olarak gelişmemiştir Gezi Direnişi.
Somut sorunlardan hareketle “yatay hareketliliği” bir araya getirerek örgütlenmiştir. Açıkçası, yatay bir küresel ağ, zamanda ve mekânda “taşınabilir bir ağ” durumuna getirilmiştir.
Yatay iletişimi, “eşit haklı bir katılım” üzerine yapılandırarak, dikey örgütlenmeden “sakınıp”, merkezsiz, emir-komutasız, çok kesimli, çok düşünceli bir eylem.
Eylemin gerçekleştirilme “sıkıntısını”, anında ödülü anlamında “mizaha döktüğü” için eğlenceli, çığlıklar içinde, yaşamı değiştirmenin-dönüştürmenin yeni tarzı.
GENÇLİK ÖNE ÇIKARSA
“Yeşil talanına” yani “çevre/kent için risk oluşturan bir uygulamaya” karşı, özellikle “gençliğin kitleselleştirdiği” bir direniş başlatıldı.
Amacı “dikey” yanı baskın politik bir örgütlenmeye giderek iktidarı “alaşağı etmek” değil, iktidarın iktidarı “kullanmasına sınırlamalar getirmek, etkilemek”, daha doğrusu “terbiye etmek” biçiminde özetlenebilir.
Katılımcı, özgürlükçü, doğa ve insan merkezli direnişin “aktörleri”, sözlerinin dinlenmesini, kendileriyle konuşulmasını, kendilerinin ciddiye alınmasını istiyorlardı bir bakıma.
Kazanım durumundaki laiklik değerlerinin kuşatmaya alınmasıyla tetiklenen “mağduriyet duygusu” olağanüstü çoğaltılınca, çaresizliğin-umarsızlığın kendisi “dert” olmaktan çıktı, “sevince-neşeye” dönüştü.
68 Kuşağı “ıslık çalarak” ölüme gidiyordu, Gezi Direnişi’nin katılımcıları ise “dans ederek”:
Ne diyeyim, “insan” olan yanlara bir tat geldi.
BAŞKALDIRI SONUÇ VERDİ
Dışarıdan bakıldığında “apolitik” gözükmesine karşın, “örgütsüzlüğün örgütlülüğünün” ya da “memnuniyetsizlerle taraf yaşam denilen örgütlülüğün” çoğaltılmasının “politik başkaldırısı” oldu Gezi Direnişi.
Başkaldırı, “kentsel kamusal alana” sahip çıkmış, bu alanın niteliğinin değiştirilerek “özel kullanım alanına” dönüştürülmesine ölümüne “tavır” almıştır.
Artık entelektüel, “gerçeği dirilten” ya da “gerçeği örten gerçekten sanala firar eden-sanaldan gerçeği örten gerçeğe koşan” insan demektir.
Gerçekten sanala, sanaldan gerçeğe geçişlerini “sancısız” yapabilen, dijital sinyalleri “mermi” olarak kullanan bir “gerilladır.”
Sinyalleri “mermi” olarak kullanamazsa kendisine “mermi” olarak dönecektir, bu kesin. Son yıllar, bunun kanıtı gibidir.
Sinyal “ateşiyle serseme dönenler”, ne yapacaklarını şaşırmış, sözcüğün “gerçek” anlamıyla “piknik” yapmaya başlamıştı. Entelektüel olmanın, aydın olmanın koşulu durumundaki “iktidara, yönetenlere tavır alma”, ileride “kullanılmak” üzere “rafa” kaldırılmıştı.
TEŞEKKÜR BORÇLUYUZ
Sinyal ateşini “göğüsleyen”, onu “öldürüp yeniden diriltenler”, sözcüğün “gerçek” anlamıyla yapılan “pikniği” de “öldürdüler” ve pikniğin, “topluma bağlanma, yönetene başkaldırma” aracı olarak yapılacağını bize öğrettiler.
Bu bağlamda Gezi Direnişi katılımcılarına teşekkür borçluyuz.
Dolayısıyla entelektüellerin çekildikleri evlerinden, üniversitelerinden, mahfillerinden dışarı çıkmaları gerekiyor.
Yoksa onları yanlarına çağıran yeni kuşakların yeni beklentileriyle kesişen dünyaları olmayacak.
Kamusal alanlardan kendini soyutlayanların entelektüel kimliği de kalmayacak.
|