BEYLİKDÜZÜ GEÇMİŞİYLE GÜZEL
|
Beylikdüzü ilçesinin 10.yıl kutlama şenlikleri, çok değerli bir bilgi paylaşımına ev sahipliği yaptı.‘Beylikdüzü Tarihi Semineri’ bölgenin geçmiş zaman izlerini, medeniyet geçişlerini, kültürel etkileşimlerini ve sosyo-ekonomik süreçlerini aydınlattı.
|
Belgeselci araştırmacı Cengiz Özkarabekir’in moderatörlük görevini üstlendiği seminere, sanat tarihi ve İstanbul araştırmacısı Haldun Hürel, Doktor Şefik Memiş, Doktor Arif Kolay, roman ve öykü yazarı Hulusi Üstün ve arkeolog Tahsin Kimyonok konuşmacı olarak katıldı.
HALDUN HÜREL: ‘’İSTANBUL DÜNYANIN EN ŞANLI ŞEHRİ İDİ’’
Üç farklı üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapan İstanbul araştırmacısı Haldun Hürel, İstanbul’un dünyanın en önemli kentlerinden birisiyken, yoğun nüfus artışı ve yanlış yönetim politikalarıyla olumsuz etkiler aldığını söyledi. Hürel şöyle devam etti;
‘’İstanbul’un nüfusu 20 milyona yaklaştı. Dünyadaki 118 devletin nüfusunu geçmiş durumdayız. Osmanlı biat toplumuydu. Padişahlar önünde eğilmek, karın doyurmakla yetinmek, soru sormadan hayatını geçirmek en kolay yoldu. Tarihte mukayeseye büyük önem veririm. Sizleri 1580 yılına götürmek istiyorum. O tarihte rasathane kuruldu. Çok önemli bir gelişmeydi. Çağ atlatacak nitelikteydi. Kanuni döneminin özellikle çok çeyreği iddia edildiği gibi parlak geçmiyordu. Aslında duraklamanın başlangıcıydı. Bilim, müzik, astronomi tamamen devre dışı bırakılmıştı. Devrin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin bu duruma etkisi büyüktü. Tophane rasathanesinden önce, Galata Kulesi’ne kurulum yapılmıştı. Rasathanenin cihazları çok büyük olduğundan, malzemeleri kulenin üst katlarına taşımak zordu. Takiyüddin Efendi rasathane kurmak için Kanuni’nin torunu sultan 3.Murat’tan izin aldı. Osmanlı açısından önemli bir şanstı.
İSTANBUL FATİH YARIMADASIDIR
Bir ülkenin kalkınması için bilim ve kültürden başka seçenek yoktur. Otoyollar gelişmişliğin ölçüsü olamaz. Dünyada kaç tane Ayasofya var? Kaç tane katedral 1500 yıldır ayakta duruyor? Osmanlı’da İstanbul dediğimiz yer, esasen Fatih yarımadası ve civarıdır. Kent, kendi içinde dört farklı şehre ayrılmıştır. Üsküdar-Galata-Eyüp ve Fatih olmak üzere dört farklı kadısı vardır. Dersaadet (mutluluk kapısı) başkent, Fatih ise sarayın bulunduğu yerdir. Şimdi bakıyoruz, Üsküdar’dan Gebze’ye kadar genişleyen sınırlar söz konusu. İstanbul 130 kilometre uzunluğunda bir köy gibi. İzmit ve Tekirdağ birleşmiş durumda. Şehrin kıyameti araçlardan olacak. Kent bu kadar araç yükünü ve trafiği kaldıramıyor, kaldıramayacak.
BOSTANCIBAŞI ŞEHRE ADAM SOKMAZDI
Osmanlı, İstanbul’a gelen göçlere iki yerde dur diyordu. Biri Bostancı, diğeri Büyükçekmece’de olan iki kontrol noktası vardı. 1523 yılında bostancıbaşı denilen güvenlik amirlerinin aşırı yetkilerle donatıldığını görüyoruz. Bu görevliler aynı zamanda sultan kayığının dümencisiydi. Kanunlara karşı gelenlerin celladı olarak ünlenmişlerdi. Anadolu’dan İstanbul’a gelen insanları Bostancı’da durdurur ve nereye geldiklerini sorarlardı. Göç eden kişi gerekli bilgileri verir, bostancıbaşı defterini açar, söylenenlerin doğruluğuna bakardı. Şartları yeterli görmezse içeriye almazdı. Büyükçekmece köprüsünde de benzer yöntem uygulanırdı.
ATATÜRK’Ü ANLAMAK
Atatürk, 57 yıllık yaşamına 5000 kitap sığdırdı. Sürekli okur, araştırır, satırlar arasından notlar alırdı. Atatürk’ün okuduğu kitaplardan altını çizdiği satırları, üzerinde yoğun düşündüğü cümle yapılarını toparlayalım dedik. 16 ciltlik bir eser meydana geldi. Bu örnek Mustafa Kemal’in ne kadar derin kültüre sahip olduğunun kanıtıdır. O’nu anlamak ve anlatmak zorundayız.
DOKTOR ŞEFİK MEMİŞ: ‘’BEYLİKDÜZÜ VERİMLİ ÇİFTLİKLERİN BÖLGESİYDİ’’
Doktor Şefik Memiş, 1839 yılını, Tanzimat Fermanı zamanını ve posta yolunun önem kazanmasının toplumsal yansımalarını anlattı;
‘’Özel arşivler, kitaplar, kaynaklar bizi 179 yıl öncesine kadar götürüyor. O senelerde Beylikdüzü’nün çiftlikler bölgesi olduğunu anlayabiliyoruz. Bizans döneminden gelen, verimli, şehre yakın, büyük çiftlikleri bölgeyi süslüyor. Üretken topraklarda sebze yetiştiriliyor, tarım yapılıyor. Küçükbaş hayvan besiciliği izlerini görmek mümkün. Çiftlikler genelde saray görevlilerine ve hanedan soyundan gelen insanlara ait. Adından da anlaşılacağı üzere Beylikdüzü adıyla tanımlanan coğrafi bölge, bey’in mülkiyetindeki düzlükler. Otlak potansiyeli yüksek. Savaş zamanında atların beslenme ihtiyacı için gerekli samanlar, otlar bu çiftliklerden temin ediliyordu.
HULUSİ ÜSTÜN: ‘’MÜBADELE YILLARINDA DRAMLAR SAKLI’’
Roman ve öykü yazarı Hulusi Üstün, 1923-24 mübadele yıllarını incelemeye aldı;
‘’İçinde binlerce trajedi, dram besleyen bir süreç. İnsani açıdan üzüntülerle anılan bir dönem. Lozan anlaşmasına konulan ek maddeyle ulus devlet mantalitesinin etkisiyle gelişen tek toprak, tek dil, tek bayrak anlayışının ürünü. Yunanistan’da yaşayan Müslüman halk ulusal siyaset için engeldi. Aynı şekilde Türkiye’deki Rumlar da benzer kaygıların adresiydi. Mübadelede şehirlilik, köylülük kriterleri esas alındı. İnsanların uğraşıları, sosyal statüleri ve mesleklerine uygun davranıldı. Beylikdüzü, Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece en fazla göç alan yerler olarak kayıtlandı.
BÖLGEYİ KUŞLARDAN ALDIK
Şehrin kaderini insanlar değil, zaman kavramı belirler. Planlı şehir yapılaşmasına gideceğim derken, doğal unsurları, tarihsel varlığı, kültür mirasını yok edebilirsiniz. Biz, Beylikdüzü’nü Rusya steplerinden güneye iniş yolunda bölgemizde konaklayan kuşlardan devraldık. Küçükçekmece’yi balıklardan, kuzey İstanbul’u ağaçlardan aldığımız gibi yaptık. İstanbul’un doğal sınırlarının dışında, kültür ve sanat tarihinin büyük önemi var. Kent, sadece arazi parçasından ibaret değil.
Şehirli şuuruyla, şehre yakışmayan duruş sergiliyoruz.
Yanlışımızdan bir an evvel dönmeli ve kentin değerini idrak etmeliyiz.
DOKTOR ARİF KOLAY: ‘’OSMANLI’NIN SON 100 YILINA BAKMAK LAZIM’’
Öğretim görevlisi Doktor Arif Kolay, Osmanlı’nın son 100 yılında bölgede ve toplumsal eksende neler yaşandığına dair tespitler geliştirdi;
‘’Osmanlı’da kayıt tutma sistemleri vardı. Disiplin içinde yapılırdı. Birçok detay bilgiye rahatlıkla ulaşılır ve ilgili dokümanlar anında toplanırdı. Bunlara ‘’Temettuat Defterleri’’ denirdi. Özellikle 1840 yılından sonra gelirlerin temettuat defterlerine işlenmesiyle vergi toplamak daha da kolaylaştı. Gürpınar ya da eski adıyla Anarşa, 1845 senesinde 11 hane ve 40 nüfustan oluşuyordu. Meslekler reçber, imam, bağcı, gündelikçi hizmetçi, değirmenci gibi sınıflara ayrılıyordu. Herhangi bir işin erbabı olmayanlar ise ‘bisanat’ ifadesiyle tanımlanıyordu. İnsanların yaşları ve biçimleri de, ter bıyıklı yani ergenlik dönemindeki genç, kır sakallı, köse sakallı diye belirtiliyordu. Arazi, tarla, çayır, bağ, bahçe gibi topraklar, mezru yani ziraat yapılabilir, gayrimezru ziraat yapılamaz olarak iki şekilde kayıt altına alınıyordu. Buğday (hınta), arpa, keten ve yulaf başlıca tarım ürünleri olarak sıralanıyordu. Karasığır ineği yetiştiriciliği, manda sütü yapımı, arıcılık önemli geçim kaynağıydı. Angorya Çiftliği, Reşitpaşa Çiftliği bıldırcın avları için en uygun yerler olarak kabul görüyordu.’’
GÜRPINAR VE YAKUPLU ŞEHİTLER VERDİ
Anarşa köyünün şehitlerinden Hasan oğlu Bekir’in 27 yaşındaydı. Anafartalar Savaşı’nda yer aldı. Köyün diğer şehidi Mehmet İzzet ise 27 yaşında bir askerdi. Balkan Savaşları’na katılmış, Birinci Dünya Savaşı’nda cephede yer almıştı. Çanakkale Savaşı’nda yaralanan askerler Şirket-i Hayriye vapurları ile İstanbul’daki askeri ve bir kısım özel hastanelere taşınırlardı. Anarşa şehidi Bekir, Kadırga askeri hastanesine ağır yaralı olarak getirildi ve 15 Temmuz 1915 günü vefat etti. Diğer şehit Mehmet İzzet ise cephede, kara savaşları sırasında, süngü harbinde can verdi. Yakuplu’nun (Trakatya) da iki şehidi var. Recep henüz 21 yaşındaydı. Kerevizdere koyunda Fransız kurşunu ile hayatla vedalaştı. Trakatya’nın diğer şehidi İnce Hüseyin oğullarından Halil İbrahim ise, 35 yaşındaydı. Boğaz cephesinde savaşarak şehadete erdi.
TAHSİN KİMYONOK: ‘’MİLATTAN ÖNCE 4.YÜZYILA KADAR İNMELİYİZ’’
Arkeolog Tahsin Kimyonok, İstanbul’un batı tarafında yer alan Angurya Çiftliği’nin önemine değindi; ‘’M.Ö 4.yüzyıla kadar inersek Bizans dönemine ait izlere rastlarız. Angurya Çiftliği tarım, zeytincilik, üzüm ve buğday üretimi ile ünlenmiş bir bölgeydi. Büyükçekmece ve Küçükçekmece arasında bulunan bir manastır tarafından işletiliyor, gelirleri manastıra kalıyordu. Hasat sonucu elde edilen üst kalite zeytinyağı, gemi yoluyla yabancı ülkelere taşınıyordu. O dönemde limanın varlığını ve deniz taşımacılığının avantajlarını daha net anlayabiliyoruz. Beylikdüzü Belediyesi meclisinden çıkan kararla liman bölgesinde araştırmalar yapılması konusunda görüş birliğine varıldı. Yasal izinlerin alınmasını ve prosedürlerin tamamlanmasını bekliyoruz. Liman çevresinde ve sualtında arkeolojik çalışmalar yapacağız. Çıkan bulgulara göre, farklı bilimlerden araştırmacıları da projenin içine katacağız.’’
|