“YÜZ BULDUM”- GÜVEN KIRAÇ
|
O’nunla, “Ben müzisyen değilim, mimar değilim, avizeci, tesisatçı, duvar ustası değilim, kasap değilim, terzi değilim, RESSAM HİÇ DEĞİLİM. Yüz buldum yaptım. Yaptıkça yüz buldum. Bakın seyredin işte…” dediği, ilk kişisel resim sergisi “Yüz Buldum” da bir araya geldik. İyi ki de geldik. Biz O’nu, oyuncu bilirdik ama karşımıza, bilge ve çok yönlü bir sanatçı çıktı.
|
Türkiye sizi oyuncu olarak tanıdı. Ama şimdi Corinne Pinelo Art Gallery’de, “Yüz Buldum” adını taşıyan ilk kişisel resim serginizde, bir ressamla karşı karşıyayız. Nasıl gelişti sergi fikri?
Türkiye’nin önemli, tanınmış ressamlarından aynı zamanda benim de yakın dostum olan, Harun Antakyalı bana destek oldu. Ben resim sanatını çok sevdiğim için pek atölyelerden çıkmam. Harun bir akşam, benim resmi çok sevdiğimi ve bir koleksiyoner olduğumu bildiği için, duvara bir tuval koydu, “Belki içinde vardır hadi bir şeyler,çiz, “dedi. Önce çekindim, “Ben çöp adam bile çizemem,” dedim. Olurdu, olmazdı derken çizmeye başladım. Daha sonra yaptıklarım beğenilmeye ve kabul görmeye başladı. Üstadlar, “Sende istibdat var, devam et,”dediler. Ben de açıkçası bu söylemlerden, hakikaten yüz buldum. Sonra da, resimlerin, içindeki yüzleri bulmaya başladım. Bu sergide yer alan resimlerin hepsi, büyük ebatlı işlerdi. Ben herhangi bir eskiz olmadan, sadece boyama tekniğiyle, çağrışımlar üzerine çalışıyorum. Tabloların bazılarına yüz yoktu. Farklı bir anlatım vardı. Ama sonra onlarda da, yüzler görmeye ve ortaya çıkarmaya başladım. Hiç bir resme iki defa girmedim. Hepsini yaptım, bıraktım ve çıktım. Bir daha dokunmadım. Böylece “Yüz Buldum”un konsepti oluştu ve sergi ortaya çıktı.
Siz esprili bir biçimde, “Yüz Buldum” diyorsunuz ama ülkede giderek artan yüzsüzler için ne diyorsunuz?
Aslında tarih boyunca hep yüzsüzler vardı. Bunların sayısı ve artışı ülkelere, coğrafyalara, dönemlere göre farklılık gösterebilir. Şu dönemlerde de çevremizde bu artmış gibi görünebilir. Ama onlar hep vardı.
Sizi resme çeken unsurlardan biri de, sanatta bireysel arayışlar olabilir mi?
Plastik sanatların bu biricikliği, yalnız başına üretilebilir olma hali beni hep cezbetmiştir. Ama bir taraftan da tehlikeli bulmuşumdur. Çünkü başarısızlığın pasını atabileceğiniz yönetmen, yapımcı, etki alamadım diyebileceğiniz bir oyuncu yok. Günahı da, vebali de her şekilde size ait.
Öyle görülüyor ki, birçok sanatsal disiplin siz de şekil bulabiliyor.
Artık birçok disiplin birbirine karışmış durumda. Çağımızda birçok sanatçı, kendi disiplinleri dışında eserler verebiliyor. Mesela, David Lynch çok önemli bir yönetmendir. New York’taki bağımsız sinemanın babası kabul edilir. Ama O’nun aynı zamanda çok iyi bir mimar olduğunu, ben Paris’e gittiğim de tasarladığı bir gece kulübünü görünce öğrendim ve şaşırdım. Miles Davis, trompetçi olarak tanır. Ama O’nun aynı zamanda çok iyi bir ressam olduğunu çok az kişi bilir. Ünlü yönetmen ve oyuncu, Woody Allen’ da çok iyi klarnet çalar. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bir yetenek varsa mutlaka ortaya çıkar. Hiçbir şey sonsuza kadar kapalı kalmaz. Kömür bile, gün gelir insanoğlu tarafından toprağın altından çıkarılır ve güneşle buluşur.
İçinizde, sanat aşkı hep var olmuş ama bildiğim kadarıyla babanız bunu engellemek istemiş. Sizdeki yetenek de ışığa kavuşmak için bir hayli mücadele mi verdi?
O dönemlerde, babam oyuncu olunca aç kalırım sanıyordu. Benim lisede eğitimini gördüğüm mimarlığa devam etmemi istiyordu. Ama ben insanın kalbinin sesini dinlemesi gerektiğini, şimdi olduğu gibi o zamanda düşünüyordum. İnsanın içinde bir ateş varsa, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin onun karşısında duramayacağını düşünüyorum.
Yetenekler sizce, bizim yaşam misyonumuz olabilir mi?
Olabilir. Yetenek sadece sanatta ortaya çıkmaz. Mesela, bir ev hanımı da kendi alanında çok yetenekli olabilir. Yetenek hayatın her alanına sirayet edebilir ve bir şekilde kendini gösterir.
İşçi bir ailenin çocuğusunuz. Bir ara para kazanmak için işçilik yapmışsınız. Bu dönemlerin oyunculuğunuzu beslediğini düşünüyor musunuz?
İyi ki de yapmışım dediğim şeyler bunlar. Ben küçük bir işçi mahallesinde, Gültepe’de büyüdüm. Daha sonraki yıllarda bunları hatırlamak, kendi içinizde tasnif etmek ve oyunculuğa yansıtmak elbette ki çok önemli. En kötü olayı bile, kendi lehine çevirebilmenin bir marifet olduğunu düşünüyorum.
Sizin oyunculuk serüveninizin ilk başlangıcı, sanırım Lunapark Gazinosu’nda geçen çocukluk günleri, yanılıyor muyum?
Çocukluğumdan bu yana oyunculuğa çok büyük bir merakım vardı. Çocukluğum 70’lerdeki o görkemli gazino dönemine denk gelir. Çok mutlulukla andığım bir dönemdir. O yıllarda, Vural Dayım gazinolarda tonmaisterdi. Bende O’nunla birlikte sık sık gazinoya giderdim. Sanatçıların değişim aralarında, Bal Arıları, Ateş Böcekleri gibi komedi ikilileri sahne alırdı. Ben de onların skeçlerini izler, sözlerini ezberler, eve döndüğümde neredeyse birebir olarak aileme oynardım.
İlk sahne deneyimi ne zamandı?
İlk kez lise yıllarında sahne aldım. İlk oyunun selamından sonra da kesinlikle oyuncu olmaya karar verdim. Çünkü çok güzel, çok keyifli ve mutluluk veren bir işti. İç sesim, oyunculuk dedi. Sonra da hep bu sesi dinledim.
Mimarlık o anda silindi gitti mi?
Hem öyle gibi, hem de değil. Tabii ki mimarlık eğitimine devam etmedim. Konservatuara gittim. Ama mimarlık da bir şekilde içimde vardı. Hatta, Sapanca’da bir köy evi tasarlayıp çizdim, o yapıldı. Şimdi de ara sıra yine çizimler yapıyorum. Bazen mobilya tasarlıyorum. Tasarımı, bir şeyler yaratmayı seviyorum.
Goa Film Festivalinde belgesel olarak yayınlanan “Özür Dilerim” isimli filminiz de Otistik bir engelliyi canlandırmıştınız. Ülkemizde engelliler yeterince destek görüyorlar mı?
Türkiye, benim çocukluğumdan beri gelişmekte olan ülkeler arasında gösterilir, hala da öyle. Gelişmekte, bazı konularda da hiç gelişememekte. Engelliler, sosyal bir devlet olmak konusunu hep derme çatma becermiş Türkiye Devleti’nin aksayan bir çok konusundan yalnızca biri. Engellilerin, hayatın içinde daha fazla olmalarına imkan sağlayacak koşulları yaratmak hepimizin görevi. Aslında. En çok da devletin görevi olmakla beraber herkes bilmeli ki, yaşayan her insan potansiyel bir engelli adayıdır. Bir engelli ne ister, ona engel olan her şeyin ortadan kaldırılmasını ister.
İzleyici sizi, genellikle bol ödüllü filmlerde, ödüllü oyunculuklarla görmeye alıştı. Var mı yeni bir film projesi?
Sineme pahalı bir sanat dalı. Bu nedenle projelerin hayata geçmesi zaman alabiliyor. Haziran ayında hayata geçmesi muhtemel bir projemiz var. Görüşmeler devam ediyor.
Son günlerde, “Kadın erkek eşit olamaz bu fıtrata aykırı” diye bir söylem tartışılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kadın ve erkek eşitliğinin tartışılmasını abes buluyorum. Kadın, erkek ve üçüncü bir cins olarak eşcinseller, birinin diğerinden daha üstün tür olduğunun tartışılması bile bence saçma. Fıtratın politik bir çalım olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmaların toplumsal ve bireysel enerjileri aşağıya çektiğine inanıyorum. Bu nedenle umursamadan, üzerinde durmadan yürüyüp gitmek gerek diye düşünüyorum.
Sizin bazı konularda ilginç benzetmeleriniz var. Mesela, aşkı, tahta bir ata benzetiyorsunuz.
Her insan kendi başına bir evrendir. Bana aşk, tek kişilik gibi gelir her zaman. İki kişi yaşar gibi görünür ama o iki kişi, aşkı kendi evrenlerinde, farklı hissedişlerle yaşarlar. Karşındaki seni çok sever veya az sever. Bunun hiçbir ölçü birimi yoktur. Aşk, bir sanrıdır. Duran tahta bir atın üstünde, siz hareket ettikçe o hareket ediyor gibi hissedersiniz, ayaklarınız yerden kesilmiş gibidir. Sanki bir yere doğru gidiyorsunuzdur. Ama aslında bir yere sabitlenmiş tahta bir at üstündesinizdir. Aşk da işte böyle bir duygu. Gerçekte bir yere gittiğiniz yok sadece size öyle geliyor. Bir de, son zamanlarda, aşkı ve sevgiyi, çok tehlikeli kelimeler olarak buluyorum. Olumsuz birçok şeyin altına sevgi döşeniyor. “Vatanımı seviyorum,” diyor savaş açıyor, “Kadını seviyordum” diyor öldürüyor, bayrağı seviyor kavga ediyor. Özü değil ama sevgi kisvesi çok tehlikeli bir hal almaya başladı.
Sizde, felsefi bakış açıları var. Hatta bu tarzda yazdığınız kitaplarınız var değil mi?
Konservatuar çağlarından beri felsefeye büyük bir düşkünlüğüm var.1990’dan bu yana da, yazıyla iç içe bir durumdayım. Hem bir şiir kitabım, hem de aforizmalarım var.
|