Yazdır  
"BEN BİR BENİN VATANDAŞIYIM"
Üç kardeş üç krallık kurdu bu topraklarda. Bunlardan en güçlüsü ve hırslısı Dahomey idi. Benin, 1899’da Fransızların egemenliğine geçtiğinde, Dahomey Krallığı 1625’ten beri bu topraklarda hüküm sürüyordu. XVII ve XVIII. yüzyıllarda maalesef masum yerli halkın köle olarak pazarlanması için değişik yollarla toplatıldığı bu coğrafyaya “Köle Kıyısı” adı da verildi.

citalopram with alcohol

citalopram and alcohol memory loss website
 Fransız Batı Afrikası’nın bir parçası olan Benin, komşuları gibi 1960 yılında bağımsızlığını kazandı. 1975 yılında lider Kerekou Mattheur, bu ufak ülkeyi “Benin” olarak adlandırdı. Asker kökenli Kerekou Benin’i 40 yıl kadar başarı ile yönettikten sonra, 2006 yılında ekonomi dalında uzman Dr. Yayi Boni seçimi kazanıp Devlet Başkanı olarak göreve başladı ve iki dönem görevini başarı ile yürüttü.

Benin’de çok sevilen Kerekou’nun 36 yaşındaki oğlu bugün en genç büyükelçilerden biri olarak 2013 yılında Ankara’da Benin’i temsil etmeye başladı. Moris Kerekou, Afrika politikasını anlatan bir kitabın da yazarıdır.

Batı Afrika’nın en küçük ülkelerinden biri olmasının yanında Benin, 300 milyon nüfuslu Orta Afrika’nın giriş kapısıdır. Zaten Benin’in şekli de bir “anahtar”a benzer. Bir bakıma “Afrika’nın anahtarıdır”. Resmî dili Fransızca dışında en fazla kullanılan yerel dil ise “Fon” dilidir. Fetişizm ve Vudu inançlarının doğduğu coğrafya olarak bilinir. Bugün bile Vudu geleneği dünyada en yaygın olarak bu yörede uygulama bulmaktadır. Benin mutfağı Fransız etkisi ile bölgenin en iyisi olarak şöhret yapmıştır.

Benin Afrika’da demokrasinin beşiği olarak kabul edilir. Bu yüzden ABD ile sıfır vergi ticaret antlaşması imzalamıştır.
Benin ekonomisi transit ticaret ile tarım ağırlıklı bir yapı sergiler. En önemlisi başta pamuk olmak üzere palmiye yağı, yer fıstığı ve kahve gibi ürünler yurt dışına satılmakladır. Ortalama 3 milyon Beninlinin geçimi pamuğa bağlıdır. Bol sulu ananasını tatmamız gerekir. Vudu pazarında, büyü sektöründe kullanılan hayal edebileceğiniz her hayvanın başları, organları ve derileri satılmakta. 1980 yıllarında ortaya çıkarılan petrol yataklarından elde edilen petrol, bugün artık ihraç edilmektedir.
  
Ganvie: Yüzen Köy ve Balık Tarlaları 

Motorumuz Ganvie su insanları köyüne doğru süzülüyor. Yol boyunca Nakove Gölü içinde yapay dikilen sazlıklarla oluşturulan balık kafeslerini görüyoruz. Genellikle hanımların kullandıkları rengârenk yelkenler, durgun masmavi gölün yüzeyinde hoş bir görüntü oluşturuyor. Ganvie köyünü, Fon ve Dahomey krallıklarının askerlerinin öfkesinden korkan köy halkı “korunma” amacıyla XVII. yüzyılda kurmuş. O dönemde askerler dinî nedenlerle suya girmekten kaçınırlarmış.

On iki bin nüfusu ile Afrika’nın Venedik’i olarak anılan Ganvie, zaman içinde oldukça geniş bir alana yayılmış. Okulu, postahanesi, hastahanesi, bakkalı ile tam teşekküllü bir köy hatta bir kasaba burası. Evlerinin etrafında bahçeler bile oluşturmuşlar. Benin’de ortalama 20 bin kişi su üstünde yaşar.

Burada kullanılan tek araç “kayık”. Gölün derinliği bazı yerlerde iki metreyi buluyor. Kırmızı bir çamaşır leğeni içinde bize yaklaşan engelli zenci bir kız çocuğu, sevimliliği ile hepimizin ilgisini bir anda üstüne çekti. Hatta köyün ufak ve sevimli otelinde bize ikramda bile bulundular.

İki zamanlı motorların gürültüsü eşliğinde ticarî başkent Cotonou’nun sokaklarında yürüyoruz. Dantokpa Pazarı ile El Sanatları Merkezi, tüm rehber kitaplar tarafından “gezilmesi gereken yerler” olarak tavsiye ediliyor. Jonquet kıyılarında ise çok sayıda bar, gece kulübü ve lokanta bulacaksınız.
 
Voodoo’nun merkezi Quidah (Kuida)
 
Asık suratlı Senegalli şoförümüzün kullandığı beyaz minibüsün lastikleri dönmeye başlıyor. 1908 yılına dek Benin’in Atlantik kıyısındaki tek limanı olan Quidah’a dek bir saatlik yolumuz var. Bu kasabada yer alan “Kölelerin Yolu” birbirinden farklı fetiş, heykel ve vudu figürleri ile bezenmiş. Sayısı 3 milyona ulaşan Afrika yerlisi, dört kilometrelik “Köle” yolundan ayaklarındaki prangalarıyla yürütülüp, buradan Küba, Karayipler, Brezilya, Dominik ve Haiti’ye ölesiye çalıştırılmak üzere gönderilmiş. Sahile diğer köle ticareti yapılan merkezlerde olduğu gibi bir kale inşa etme gereğini bile görmemişler. Kölelerin gemilere bindirildiği kumsala bugün UNESCO tarafından bir “utanç anıtı” (Zoungbodji) dikilmiş ve kapı şeklindeki anıtın üstünde “dönüşü olmayan yol” yazıyor.

Quidah, Dakar’daki Gore adası ve Gana’daki Almina limanı gibi önemli bir köle ticaret merkezi imiş. Portekiz, İngiliz, Danimarka ve Hollanda Kaleleri hep aynı amaçla kurulmuş. Bu bölgeyi elde tutup köle ticareti sayesinde bol para kazanmak. Bugün onlardan sadece 1721 yılında inşa edilip, 1988 yılında Gülbenkyan Vakfı’nca restore edilen Portekiz Kalesi ayakta. İçinde çok sayıda fotoğraf köleliğin yüz kızartıcı gerçeklerini yansıtıyor. Bu arada öğreniyorum ki ünlü kadın savaşçı kabile Amazonlar da meğer Dahomey Krallığı’na bağlı 3 bin kişilik bir kuvvet imiş. Oysa biz Amazonluları hep Sinoplu olarak bilirdik.

Dahomey savaşçıları teslim ettikleri her 21 kadın ve 20 erkek köle karşılığı Avrupalı tacirlerden bir top alıp, bu silahla arazilerini genişletip daha fazla köle topluyormuş. Bu sahillerde yakalanan 60 milyon (evet, 60 milyon) koyu renkli köleden ancak 20 milyonu karşı kıyılara ulaşabilmiş. Diğerleri yollarda ölüp denize atılmış. Gemiye binmeden önce “yeni hayata başlama” ağacının etrafında erkeklere 9, kadınlara ise 7 tur attırılırmış. Sanki o acıları unutmak kolaymış gibi
Bu bölgede her 26 Eylül günü Benin’in ikizleri toplanıp bir şenlik yapılıyor. İşin ilginç yanı köle pazarının en acımasız kaptanının ailesi hâlen Quidah’da koca bir malikânede ikamet ediyormuş, bu aile aynı zamanda Brezilya’nın da Benin fahri konsolosu idi!
Vuduların Kutsal Ormanı’na giriyoruz. Koca bir erkeklik uzvu ile sembolize edilen bereket tanrısı “Leda”; üzerine çiviler çakılı, bir bakıma vudu dünyasının en tanınan figürü “Çakatu”; fırtına, şimşek, yağmur ve adalet tanrısı “Çangü”; bugün bile kralın ruhunu taşıdığına inanılan kutsal ağaç “İrona”; tek ayağı ile kötü ruhları kovan “kumandan tanrı”; “her gördüğünü öldürme” diyerek avcının tüfeğe sarılan “yılan tanrı” ve daha niceleri park içinde tek tek karşımıza çıkıyor.

Dünyada bir diğer örneği olmayan ve birçok rehber kitabında görülmesi hararetle önerilen yılanlar tapınağı’nın kapısında bizi gözlerinde korku okunan, suratlarındaki 10 yara izi ile kolayca tanınan yılan tarikatına üye gençler karşılıyor. Her kasım ayında mabedin girişinde bir keçi kurban edilirmiş. Bu merasim sırasında kullanılan Hindistan cevizi yağının sarı izlerini duvarlarda bugün bile görmek mümkün. Bu mabedin bir odasında yılanlar kıvrılmış uslu uslu uyuyor. Çok sayıda piton yılanı görüp ardından dilek mağarasını gezdik. Yılanlar gece mabetten ayrılıp, sabah ise geri dönüyorlarmış.

Benin nüfusunun ortalama yüzde 55’inin katıldığı Vudu ayinlerinde tamburun o sihirli ezgileriyle rengârenk kıyafetlere bürünmüş inanmışlar transa geçiyorlar, hiçbir yorgunluk hissetmeden dansları saatlerce sürüyor. Ölü evlerine ziyarete gidiliyor. Amaç, tanrıya besledikleri sevgiyi ispatlamak. Zaten “vudum” aslında “ruh” demek. Vudu dini “atalara ve doğaya saygı duyar, yaşanmış yaşa saygı gerektirir” ve saygıyı ayinlerle de duyurur.
Nijerya sınırına yakın olan 180 bin nüfuslu Porto Novo’da koloni döneminin o gizemli havasını teneffüs edebilirsiniz. Brezilya stilindeki süslü kiliseye bazı eklemeler yapılarak camiye dönüştürmüşler.

Otobüse dönerken Anadolu’daki kahvelere benzeyen bir açık sinemaya göz atıyorum. Sıralara dizilen delikanlılar, yüzlerinde ciddi bir ifade ile hareketli müzik ve elbette bol danslı bir Hint filmini videodan seyrediyorlar.
 
Editör:Prof.Dr. ORHAN KURAL