Yazdır  
BARIŞTAN KORKMA HASTALIĞI
Süreya Kılınç köşe yazısı
Savaşlarda silah tüccarlarından başka kazanan olmaz. Asya ‘dan Afrika ‘ya tüm savaşların kazananı hep onlar oldu. Kaybedenler ise başta kadınlar, çocuklar, fakir askerler ve doğa oldu. 

  Kadınlar çünkü annedir. Yaşama karşı en büyük sorumlulukları genetik olarak yüklenmiş doğar onlar. Çocuklar, askerler ve erkekler öldüğünde de en çok anneler ağlar. Doğuran ana, yaşamı inşa etmeye proğramlıdır. Sistemin erkekleri ise savaştıklarında ençok birbirlerinin kadınlarına ve çocuklarına zarar verirler. Milenyum çağı deyip abarttığımız bu çağda kadınların, çocuk yaştaki kızların kafeslerde satıldığı bir dünyada tarihin tekrarlardan tekerrür ettiğine bir kez daha hep birlikte ağzımız açık tanıklık ettik. Askerlerin turuncu tulumlar içinde kafeslerde ateşe verildiğine de. Hayal ettiğimiz ve çocuklarımıza bırakmak istediğimiz duygu dünyası bu mudur? 

   İslam'a göre iki tür savaş var. Biri ‘’ cihat’’, yani islamı yaymak adına yapılan savaştır. İkincisi ise mal, mülk, yer, yurt için yapılandır. Bu ikinci tür savaş da, işgal ve savunma amaçlı olarak ikiye ayrılır. Bugün ülkemizin başlatmış olduğu savaş için hangi tanımı kullanmalıyız? 

  Büyük Ortadoğu Projesi ne karşı IŞİD ruhuyla açıktan yada kapalı bir şekilde birçok ülkeden toplanarak, çeşitli kamplarda eğitilip savaşa sürüklenerek ‘’ cihat’’ yaptıklarını düşünerek savaşmaktadır. Devletin bekası güya milli duygularla, bir tek misket bile atmamış olan bir halkın topraklarına girerek havadan ve karadan ölüm saçmak, savunma amaçlı olamayacağına göre işgal amaçlı bir savaşa sürüklenmiş durumdayız. Neticede kadınları burkalara kapatacak bir cihat ile kadınları köle pazarına düşürecek bir işgal aynı hedefin eylemleridir. Her ikisi de, Türkiye'nin batı medeniyetine dönük hedefiyle asla örtüşmez. Halbuki bu savaşın arkasında ip gibi dizilen CHP benzeri yapılanmalar bindikleri dal koptuğunda en çok darbe alacaklar listesinde ön sırada olacaktır. Kaldı ki dünyanın büyük bir bölümünde ‘’ ava giden avlanacak’’fikri hakim iken, kendini aydın olarak gören bir kesim ilkel duygularını ön plana çıkararak bu yanlışa ortak olmaktadır.                        İnsanlar öldürülürken yada ölene dek sürecek acılara maruz bırakılırken ekosistem de bundan en yıkıcı biçimde nasibini almaktadır. Doğa da, tıpkı bir organizma gibi yaşar. Yaşam koşulları yok edildiğinde O da ölür. Ölü bir doğa, mezardaki kemikler gibidir. Savaşların doğa üzerinde yarattığı tahribatlar da tıpkı o kemiklerin bir daha yaşam bulması kadar zor ve hatta imkansız gibidir. 

  Birleşmiş Milletler sözleşmesinin Medeni ve Siyasi haklar sözleşmesi 20. maddesi ki Türkiye de taraftır, ‘’ savaşı övmek suçtur ‘’ der. Bugün maalesef ki barışı övmenin suç sayıldığı günlerde yaşıyoruz. Kişi yada zümrelerin çıkarlarına uygun oluşturulacak algı politikalarına teslim bayrağı çekilmemelidir. Çocuklarımıza insanlığın ölmediği, dengesi bozulmamış bir vatan bırakmak istiyorsak hep birlikte ‘’ barış” sesini büyütmek ve yükseltmek zorundayız.