|
|
|
|
|
07 Ocak 2019 Pazartesi 23:36
|
|
|
2115
|
|
|
0
|
|
|
|
|
Samilerin bu bölgeye tam olarak “nereden” ve “ne zaman” geldikleri tam belli değil. Ancak kökenleri için Sibirya ve Orta Asya ağırlık kazanıyor. Saldırılardan bıkarak kuzeye doğru yönlenmişler. Yalnız ren geyiklerine ve kar şartlarına alışkın oldukları kesin. Lisanlarında “kar” anlamına gelen 150’ye yakın sözcük kullanılıyor.
|
ADI EFSANE
Laponya’nın çok uzun boylu bir efsanevi canavarı var. Adı: “Biegolmay” yani “Rüzgar Adam”. Bu canavarın iki dev küreği ile bir yandan “rüzgar” diğer yandan “kar” savurduğu rivayet ediliyor. Kimse bu coğrafyada yaşayamasın istemiyor. Ama, günlerden bir gün küreklerinden biri kırılıyor. Ardından canlılar bu topraklarda filizlenmeye başlıyor.
ZENGİN KÜLTÜR GÜÇLÜ GELENEK
Samiler giysilerine, danslarına sıkıca bağlı. Folklorik ögeleri kapsamlı. Sanki hepsi birer masal kahramanı. Eski dinleri Şamanizm’i bir yana bırakıp Protestan olmuşlar. Vahşi ve çekici bölgede kukerateli esrarengiz cinlerden korkmadan yaşamlarını sürdürüyorlar. Büyük zahmetlerle açtıkları buz deliğinde yüzerek, balık tutarak, ren geyiği sürüleri besleyerek mutlu bir hayat yaşıyorlar.
SOĞUK VE HUZUR
Beyaz minibüsümüzle güzel bir kahvaltı sonrası Rovaniemi’den hareket ediyoruz. Karla kaplı uçsuz bucaksız çam ormanları ve huzur veren beyaz bir sessizlik hakim. Dış ortam sıcaklığı eksi 10ºC. Ancak yola çıkmadan önce bir ritüele tanıklık ediyoruz. Turistik olmuş bir Lapon geleneği. Genç bir Lapon, geleneksel kıyafetleri içinde, elinde kör bir bıçakla kanımızı temizlemek istiyor. Arkamızdan dolaşıyor ve ensemize birer çizik atmak için davranıyor. “Kota” denilen Lapon çadırının önünde konsantre geyik sütü içiyoruz. “Kutup Dairesi” (artic daire) içine girdiğimizde birer sertifikayı hak etmiş oluyoruz.
YENİDEN DOĞAN KENT
Rovaniemi, II. Dünya Savaşı sonunda, 1944 yılında bölgeyi işgal eden Almanlar tarafından yerle bir edilmiş. Sadece beş ev ayakta kalabilmiş. Finliler şehri yeniden planlamış. Modern dokunuşların mimarı Aalto. Belediye sarayı, kütüphane, tiyatro ve konser salonu onun ellerinde yeniden şekillenmiş. Lappia Hall, yani tiyatro binasının kocaman, bembeyaz yapısı ve sıradağlar gibi uzanan çatısı kentin ruhunu anlatıyor.
NOEL BABA ORADA
“Kuzeyli olma” fikrini benimseyen grubumuz Avrupa’nın en vahşi kırsalında donmuş göllerin ve çam kayalıkların arasından, beyaz yolu ıskalamadan “Noel Baba – Santa Claus” turistik köyüne varıyor. Noel Baba Postanesi, Noel Baba Parkı ve de sunî sakalların arkasında genç olduğu anlaşılan ve her fotoğraf için 23 Euro’yu güzelce cebe indiren sistemin profesyonel bir Noel Babası görev yapıyor. Genç kızlar Noel Baba’nın kucağına korkusuzca oturuyor. Demre’deki “hakiki kilisesi” sinek avlarken bu hayali Noel Baba’ya yılda 500 bin mektup gelmesi turizm pazarlamasının eseri.
OTANTİK YAŞAMLAR
Konvalan Kestikievari’de, 100 yıllık Fin çiftlik evinde zevkli bir yemek bizi bekliyor. Geleneksel kıyafetleri içinde iki hanımın ikram ettiği sebze böreği, balık çorbası ve tabii kırmızı böğürtlenli pastayı iştahla mideye indiriyoruz. Herhalde bu gezi sonrası kilolar artacak, perhiz başlayacak!
Yolumuz tam 260 kilometre! Finlandiya anılarımı anlatıyorum. Kimseden ses yok! Bir defa Atilla Atasoy kesin uyuyor! İlginç bir müzik CD’si takıyorum yine “ses” yok. Eee… Sonunda ben de uyuyorum!
Beyaz aracımız epey hızlı gidiyor ama ne bir kayma, ne de bir kaza var. Küçük, şirin ahşap evler görüyoruz. Geyikler arada bir yola çıkıp gülümsüyor.
Laponya’nın “Yoik Sami” müziği bir ilahi türü, tek düze bir melodi. Müzik, basit ve bol tekrarlı. Lapland insanları, yani Laponların, Samilerin veya kendi deyişleri ile “Sampmiler” ülkesinde yazlar çok kısa. Göllerde ve ırmaklarda buzlar henüz çözülmüş ve tomurcuklar açmaya başlamışken, tepeler beyaz pudrayla örtülmeye başlıyor. Kış çok uzun olduğu için diğer mevsimlere az süre kalıyor. Her şey, zamana ve yabanda hayatta kalmaya ayarlı. Eriyen karlar, minik seller halinde tepelerden akmaya başlayınca rengeyiği yavruları dünyaya geliyor.
ÜÇ KIŞ BİR ARADA
Kuzey Finlandiya’da üç kış yaşanıyor. Finlilerin "Kaamos" dediği karanlık ve gizemli ilk kışta, sadece ufukta soğuk, mavi bir pırıltı halini simgeliyor. Kışın ortalarında ise güneş yeniden ortaya çıkıyor. Doğa kış uykusundan yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Kışın son günlerinde ise kar ve güneş en güzel yüzünü gösteriyor. Günler hiç bitmeyecek gibi uzun. Nisan ayı sonlarında 16 saat güneşi hissetmek olası. Fakat sıcağı yaşamak zor.
YAZ GÜZELLİĞİ
Laponya'da yaz, sonsuz bir ışık ve parlaklık misali. Güneş, en kuzey noktada 20 mayıs ile 24 temmuz arasında hiç batmıyor. Kış şartlarında ise durum tersine dönüyor. 24 kasım ile 20 ocak arasında güneşin en küçük ışığını bile görmek imkansız.
Laponya’nın o ünlü rüzgarı Finlandiya, Norveç, İsveç ile Rusya’nın Kola Yarımadası’nda çılgınca esiyor. Rüzgar hakkında anlatılan efsane konunun önemini özetliyor; Bir şaman, rüzgarı yemeğe çağırır. Yemekler yenir. Rüzgar uyuyunca Şaman onu şapkasının içine hapseder. Rüzgar çırpınır ama, dışarı çıkamaz. sonunda bir pazarlık yapılır. Rüzgar bundan böyle Laponya’ya zarar vermeyeceğine söz verir ve serbest kalır.
SANAT AŞKINA
“Sami halkı” sanata düşkün. Kadınları nakışta, erkekleri ise oymacılıkta marifetli. Samiler, “gaktı” olarak adlandırdıkları çok renkli geleneksel kıyafetlerini artık resmi davet ve turistik amaçlı bazı özel durumlar dışında pek giymiyorlar. Laponlar cüsseli insanlar değil. Aksine ufak-tefekler. Belki de Laponya’nın bitmez kışında büzüşmüşler.
KÖPEKLERLE YOLCULUK
Sabah kahvaltıdan sonra kırmızı renkli termal giysilerimizi, daha doğrusu bir çeşit üniformalarımızı giyiyoruz. Yün çorap, bere, potin, yüzümüzü ve kulaklarımızı örten siyah bir yün parçası dağıtılıyor. Minibüs bizi “köpek çiftliğine” götürüyor. Bodur çam ağaçlarını kökünden söken acımasız sert kutup rüzgarları bugün esmiyor. Şanslıyız. Dışarıda ısı eksi 17ºC.
Her birini altı adet renkli gözlü, ufak-tefek, sevimli “husky” köpeğinin çektiği kızaklara ikişer ikişer biniyoruz. Bir Macar genci bize kızak sürücülerine ait el işaretlerini gösteriyor. Tek ve çift ayakla freni, iki kızak arası bırakılması gereken mesafeyi, yokuş yukarı–yokuş aşağı inişleri öğreniyoruz.
Beyaz sessizlik içinden süzülüyoruz. Tabii bu ortamı anlatmak değil, yaşamak gerekir. Tüm kafile durunca köpekler sinirleniyor. “Haydi yola” anlamında yüzümüze bakıp, zaman zaman da uluyorlar! Kızağın en önünde bulunan köpek aralarında en zekisi ve en tecrübelisi. Kulübelerin üzerindeki işaretlere bakıyorum. Hemen hemen tamamı “dişi”. Demek ki dişiler bu işte daha başarılı.
ORMANDA MOLA
Sonunda ormanın içindeki bir “Şaleye” varıyoruz. Rehberimiz yemek hazırlığına başlıyor. Önce ateş yakılıyor. Arkadan iki adet simsiyah çaydanlıkla su kaynatılıyor. Epey bir süre orada kalıyoruz. Orman mantarlı çorba, sütlü püre veya böğürtlen reçelli ren geyiği eti beklentisi bu kez karşılık bulmuyor. Sadece ren geyiği etli bir patates çorbası sunuluyor. Ama nedense herkesin gözü benim vejetaryen mercimekli çorbamda!
Sami kahvesi filtre edilmez veya süzülmez. Direkt kaynayan suya dökülür. Dünyada en fazla kahve içen topluluk Lapon halkıymış. Soğuktan olmalı. Kahve ve çay ikramından sonra geri dönüş yolculuğu başlıyor. Herkes mutlu görünüyor.
IŞIKLARLA DANS
Kuzey ışıklarının dansını henüz göremedik. Ancak bazı berrak ve soğuk gecelerde izleniyormuş. Uzun ince spiral şeklinde karanlık bir fonda oluşan şekilden şekle giren yeşil bir ışık bulutu gözümüze yansıyor. Aurora borealis denilen hareketli ve renkli ışıkların esas nedeni bilim adamları tarafından kesin olarak açıklanamıyor.
SAMİ DAVULU
Sami davulu, ren geyiği derisinden yapılıp ağaçlarla geriliyor. Deri üstünde çeşitli kırmızı renkli figürler bulunuyor. Avcının yüzüğü hangi hayvan figürü üzerinde durursa avcının o gün o hayvanı vuracağına inanılıyor. (Hiç hoşuma gitmedi.)
Laponya’da geyik sayısı, insan sayısından fazla. Öyle serbest gezdiklerine bakıp da yanılmayın. Hepsi kulaklarına tüm soyunu gösteren çentiklerle işaretlenmiş durumda. Sahipleri onları kışın otla besliyor. Bir geyiğe yanlışlıkla çarparsanız birinin arabasına çarpmış gibi oluyorsunuz. Yani büyük bir suç. Ren geyiğinin eti yenir, besleyici sütü içilir, derileri ve boynuzlarından farklı dekoratif eşyalar yapılır. Gücünden istifade edilir. Her beş Sami’den biri ren geyiği çobanlığı yapar!
KARDA MACERA
Sabah yine kırmızı üniformalarımızla hazırız! Gezginler Kulübü üyelerinin “kar macerasını” haber yapmak isteyen Saariselan Sanomat gazetesi sahibi Heikki Orava da bizimle! Türk bayrağı ile grup fotoğraf çektiriyoruz. Kar motosikletleri ile yolculuk başlamak üzere! Gazı ayarlamak zor! Motorlar soğuktan sürekli duruyor. Direksiyon ağır. Yalnız gitmek isteyen Yurdanur Hanım maalesef daha yolun başında bir ağacın tam ortasına çarpıyor. Ciddi bir “hasar” yok. Aslında böyle bir çarpma sonucu onu ağacın dalları arasında bulmamız gerekiyordu. (şak) İkinci kaza ise avukat üyemiz Nurperi’ye ait. Kendisi ortaokul öğrencileri gibi sıra halinde gitmemizden şikayetçiydi. Sigortanın ancak 505 Avro üstündeki hasarı karşıladığını söylemişlerdi. Zararın kalan bölümünü bizden istiyorlar. 360 Avroluk bir liste sunuyorlar.
REN GEYİĞİ İLE YAŞAMAK
İlk durak hoş bir yer. “Ren geyiği çiftliği”. Eksi 40ºC’lerde bir yolculuk sonrası sıcak bir oda ve bu odada hazırlanmış yemeğin zevki doğrusu bir başka. Tabii menüde yine kırmızı böğürtlen ve ren geyiği eti var! Her kasım ayında, erkek Ren geyiklerinin erkeklerinin o koca boynuzu düşüp, yerine hızla tüylü bir yenisi çıkıyor. Ama işin ilginç yanı her erkeğin boynuz şekli farklı. Boynuzu büyük ve kendisi de güçlü erkek, ekim ayı içinde gerçekleşen kavgalar sonrası dişilerden oluşan bir haremin sahibi oluyor. Kasım ayında zemindeki karı uzaklaştırıp dipteki çalılara ulaşabiliyorlar. Kısa bir boynuza sahip dişiler bu sayede erkekleri kovup hazır yiyecekleri sahipleniyorlar. Normal olarak 4-5 yaşında bir ren geyiği olgunlaşmış oluyor. On yaşında ise yaşlanıyor. Çok besili ve konsantre olan sütünü yavrularını beslemek için kullanıyor.
Ren geyiğinin çektiği kızakla kısa bir tur atıyoruz. Hepimize birer sertifika veriliyor.
MUHTEŞEM BUZ OTEL
Sonunda “buz oteline” varıyoruz. Atilla (Atasoy) nihayet burada istediği gibi klibini çekebilecek. Mutlu.
Buz lokantasındaki yemek oldukça neşeli geçiyor. Paltolu, atkılı, hatta eldivenli bir akşam yemeği! Garsonlar Lapon kıyafetli. Garsonlardan biri hakiki Japon, hem de Osakalı!
Hele bir de yemeğin sonunda dondurma vermezler mi? Bu arada masa üstündeki bardaktaki sular da zamanla donuyor. Sadece Ercan Bey ortamın gereğini yapıyor ve tek başına buz odada kalıyor. Biz ise sıcak camlı odalarımıza sığınıyoruz.
Sessiz beyazlık, Ren geyiklerinin zarafeti, ticari bir noel baba, mavi gözlü sevimli husky köpekleri, gürültülü kar motosikletleri, çam ormanları, beyaz dümdüz yollar, kırmızı böğürtlen suları ve pastaları, gökteki mavi-yeşil ışıklar artık bitti. Bu gezi de artık bir anı oldu.
Finlandiya ve Laponya Kısa Kısa
Finlandiya ovalık ve düz bir ülke. En yüksek tepesi 1328 metre.
Kayak 4500 yıl önce ilk olarak Laponya’da keşfedilmiş.
Ünlü atlet Paavo Nurmi 1952 Olimpiyatları’nda 9 altın madalya kazanarak “Uçan Finli” olarak ün kazanmış.
Türk Tatar toplumu 1860’lı yıllarda Volga-Ural ve Tataristan’dan buraya göç etmiş. 1917 ihtilali sonrası Rusya’ya dönemeyip burada kalmışlar. Önce “vatansız” statüde imişler. Ama II. Dünya Savaşı’nda Sovyetlere karşı Fin ordusunda kahramanca savaştıkları için, Fin vatandaşlığı verilmiş. Kürk ticareti yapan bir grup gelenekleri korumuş. Kendi içlerinde evleniyorlar. Ama her geçen gün kan kaybediyorlar. Gençler yurtdışına gidiyor.
Helsinki mezarlığı tam bir dinler mozaiği. Müslüman, Ortodosk, Katolik, Musevi, ateist birlikte yatıyor.
Helsinki, St. Petersburg’a sadece 365 kilometre uzakta. Özellikle ucuzluk döneminde Rusya’dan çok ziyaretçi geliyor.
Laponya’da kışın tüm göl ve nehirler donduğu için Baltık Denizi’nden kayakla İsveç’e ulaşmak mümkün. Kar kalınlığının 36 metreye ulaştığı oluyor. Ancak evrensel ısınma hali burayı da etkilemiş. Bildiğimiz kışlar artık yaşanmıyor.
Finlandiya’da Finliden daha fazla “sauna” bulunmakta! Laponya’da kilometre kare başına düşen kişi adedi bir bile değil.
Norveç, İsveç ve Rusya’nın Kuzey Buz Denizi’ne kıyısı varken Finlandiya’ya bu hak nedense tanınmamış.
Laponların toplam sayısı 35 bin ve dört ülkenin kuzeyine yayılmışlar. Rusya, Norveç, İsveç ve Finlandiya!
Laponya’daki okullarda Fince, İsveçce, İngilizce Laponca okutuluyor. Fince bilmeyen bir Lapon Helsinki’ye bir resmi görevle veya bir dairede işini halletmek için gelirse, devlet tarafından Fince bilen tercüman tutuluyor.
Laponya’da çok sayıda Japon görüyorsunuz. Çocuk bekleyen Japon hanımları kuzey ışıklarına şahit olursa bebeklerinin ömür boyu şanslı olacağına inanıyor.
Finliler çok kuralcı. Bir söz ağızlarından çıkınca, bu eylemden onları vazgeçirmek hiçte kolay olmuyor. Ayrıca çok dakikler.
Kırmızı bir böğürtlen türü olan “karpulo” Fin mutfağının damgası halinde. Suyu içiliyor, içkisi yapılıyor. Tatlısı ve reçeli daima masanızda. Sebze olarak da tüketiliyor.
Finlandiya eğitimde çok iddialı bir ülke. Amaç iyi bir vatandaş yetiştirmek. Üç lisan öğretmek, yemek pişirmek, marangozluk gibi pratik bilgilerle donatmak! Finlandiya nüfusunun %96’sı lise mezunu.
Finlandiya pasaportu belki de dünyada en değerli olanı. Çünkü hemen hemen tüm ülkelere vizesiz girebiliyorlar.
Yılda 75 özel gün binalarda Finlandiya bayrağı dalgalanıyor.
Finlandiya’da 12 bin Türk yaşıyor. Büyük çoğunluğu Helsinki civarında kalıyor. Genellikle hizmet sektöründe çalışıyorlar. Milliyetçilik akımı bir Avusturya ve Almanya kadar olmasa da bu coğrafyada da başlamış. “Nordic Power” adı ile anılan ırkçı parti bilhassa kırsalda güçlü.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
POPÜLER HABERLER |
|
|
|
|
SON HABERLER |
|
|
|
|
|
|