|
|
|
|
|
31 Mayıs 2018 Perşembe 08:57
|
|
|
2917
|
|
|
0
|
|
|
|
|
Başakşehir coğrafyasının kent belleği ve kültürel mirası, yeni şehrin eski tarihini anlatıyor.Yarımburgaz’da kökleri yüz binlerce yıla dayanan derin bir tarih potansiyeli yaşıyor. Avrupa’nın ilk insanlık izleri diye nitelenen bulgular, uygarlıkların, medeniyetlerin ve geçmişin süzgecinde biriken toplumsal etkileşimlerin güçlü zenginliğini barındırıyor.
|
Kanal İstanbul gibi mega projelerin, tarihi ve arkeolojik kalıntıları tahrip etmemesi için, tarihsel özelliğe sahip mekânsal odakları tanımamız, anlamamız ve korumamız gerekiyor. Değerlerimize sahip çıkmayı ve yaşatmayı başaramazsak, kültürel erozyon tehlikesi kapıda bekliyor. Başakşehir, iktisadi gelişme planlarından önce, tarihe saygıyı hak ediyor.
Büyük kentsel projelerin ortasında kalan Başakşehir’in tarihi özellikleri ve arkeolojik yapısı ile ilgili bilimsel araştırmaya dayanan tespitlerin artık konuşulması gerekliliğini düşündük. Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Prehistorya Arkeolojisi Öğretim üyesi Doç. Dr Şengül Aydıngün ile konuyu görüştük. Kültür yöneticilerine en fazla ihtiyaç hissettiğimiz bu dönemde, böylesine kritik bir gündem başlığının, faydalı tartışmalara alan açabileceğini öngördük. Değerli hocamızın görüşleriyle hazırlanan bilgi metinlerini okurken, insani ve vicdani sorumluluğumuzun ne kadar önem kazandığını gördük.
Rhegion Ve Yarımburgaz
Başakşehir, kentin Avrupa yakasında, İstanbul Boğazı’nın 20 kilometre batısında, çok özel bir coğrafi bölgede yer alıyor. Başakşehir’in güneyinde kalan Küçükçekmece Lagün Gölü’nü besleyen Sazlıdere’nin oluşturduğu derin vadinin üzerinden geçen uluslararası transit kara yolu (TEM), aslında Başakşehir’in asırlarca önceki stratejik konumunun günümüze yansıması.
Roma devrinde imparatorluğun ana yollarının en önemlisi Batı Avrupa’yı İstanbul’a bağlayan ViaEgnatia da buradan geçiyor. Bölgenin tarihteki en eski adı Sazlıdere’den geliyor. Antik çağ coğrafyacıları Sazlıdere’yi “Bathynias Deresi” olarak tanımlıyor.Derin dere anlamına gelen bu isim, ilk çağlarda bölgeye de adını vermiş.Bölge, tarih boyunca ilk önce Helenistik dönemde “Bathynias Deresi”, Roma döneminden sonra ise Rhegion olarak tanınmış.
İlk İnsanların Anavatanı
Başakşehir, yüzbinlerce yıl evvel Afrika’dan yeni yaşam yerleri bulmak üzere dağılan insan topluluklarının Avrupa’ya geçiş yollarından birisinin üzerinde. Ülkemiz ve Avrupa coğrafyasında ilk insanların yaşadığı en eski yer olma özelliğine sahip. O zamanlarda, İstanbul Boğazı’nın akıntı nedeniyle aşılmaz bir engel olmadığı ve iyi hava koşullarında kolay ve tehlikesizce kullanılabildiği biliniyor. Bölgenin binlerce yıldır Yakındoğu ve Avrupa arasında göç, ticaret, kültür alışverişi gibi her türlü ilişkinin karşılıklı olarak yaşandığı bir geçit olduğu kabul ediliyor. Başakşehir, kıtalararası doğu-batı yönündeki karayolu bağlantısı yanında, güneyindeki Küçükçekmece Lagün Gölü sayesinde, kuzey-güney aksında deniz yollarının da kesiştiği bir noktada yer alıyor.
Küçükçekmece Lagünü, binlerce yıl boyunca Karadeniz üzerinden Ege-Akdeniz’e açılmak için yapılan deniz bağlantılarında, önemli bir koy ve uğrak yeri olmuş.Marmara Denizi’nin hemen kıyısında yer alan Küçükçekmece Lagün Gölü’nü çok eski çağlarda Başakşehir bölgesinin ulaşım ve ekonomik sisteminden ayırmak mümkün değil. Unutulmamalıdır ki, bugün bizim gördüğümüz coğrafya ile atalarımızın binlerce ve hatta yüzyıllarca yıl önce gördüğü coğrafya, çoğu zaman doğa, bazen de insan eliyle değişmiş, farklılaşmıştır.
Marmara Denizi
Yarımburgaz’a Uzanıyordu
Suların yükseldiği zamanlarda, akarsuların aşağı çığırları sular altında kalmış ve ria tipi kıyılar oluşmuştur. Daha sonra oluşan koylar, dalgalar ve akıntılarla taşınan kum ve çakıllarla denizden ayrılarak göl halini almıştır. Bu nedenle, Küçükçekmece Lagünü’nün oluşumu çok yenidir. Ekolojik verilere göre yaklaşık 7000 yıl önce Kalkolitik Çağ’da Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyden güneye doğru akan akarsuların döküldüğü Marmara Denizi’nin bir koyu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu koy, gel git dalgaların etkisi altında lagünleşmiştir. Lagünün kuzey sahili günümüz sınırlarından daha kuzeydedir. Geçen zaman içinde lagünün kuzey sınırı derelerin getirdiği malzeme ile dolmuş ve alanı daralmıştır. Büyük olasılıkla, yaklaşık 7000 yıl önce Marmara Denizi ince bir haliç şeklinde Yarımburgaz Mağarası’na kadar uzanmaktaydı. Süreç içinde güney kesimde, güney yönlü dalgaların etkinliği sonucunda, gölün deniz ile olan bağlantısı kesilmiştir.
Göl ile deniz arasında bar şeklinde kumsal engel oluşmuştur. Küçükçekmece Gölü’nün büyük bölümünün deniz ile olan bağlantısı kesilmiştir. Daha önce Marmara’nın açık bir koyu olan göl, denizel özelliğini kaybedip bugünkü özelliğini kazanmıştır. Son yıllarda bölgede yapılan arkeolojik kazılarla da gölün geçmişte denizin bir koyu olduğu, aktif denizcilik faaliyetlerine ait antik limanların ve deniz fenerinin keşfiyle, ortaya konulmuştur.
Göçer Aileler
Yarımburgaz Mağarası kazıları ilk kez kültürel süreç içinde tabakalı olarak Alt Paleolitik dönemden(600.000) Geç Kalkolitik Çağa (MÖ 3200) kadar tarihsel kronolojinin tespit edildiği çalışmalardır. Yapılan arkeolojik kazılarda, tabakaların en eski kültür evresi Alt Paleolitik çağa aittir.
Bu çağda 10-12 kişilik göçer ailelerin Yarımburgaz’ı tercih ettikleri, bunların çevredeki zengin çeşitli ve bol besinkaynaklarını kullanarak avcılık ve toplayıcılıkla geçimlerini sürdürdükleri anlaşılmıştır. Mağarada mevsimlik olarak konaklayanlar arasında ayı kemikleri ele geçmiştir. Yukarı Mağara tabakaları Orta Paleolitik dönem olarak kabul edilmiştir.
Bizans Dönemi
Manastır Kompleksi
Tabakalar, Neolitik, Cilalı taşdönemi dediğimiz Neolitik Çağ’da da devam etmiştir (MÖ 6300-4300). Bu dönem ilk tarımsal faaliyetlerin başlangıç dönemidir. Mağara anılan evrede bir Kült yeri olarak kullanılmış olmalıdır. Mağara duvarlarındaki çeşitli tekneresimleri, bazı bilim adamlarına göre, Tunç Çağı gemilerine benzemektedir.
Mağara girişindeki bazı taş sıraları, burasının Helenistik ve Roma (MÖ 5 yy.- MS 5 yy.) dönemlerindede kullanıldığını göstermektedir. Yol yapımı ve İSKİ inşaatı sırasında mevcut kalıntılar aşırı tahrip olmuştur. Aşağı ve Yukarı mağaralarda ortak olan 1. tabaka ise Bizans dönemine aittir. Bizans döneminde Yarımburgaz büyük bir manastır kompleksi biçiminde düzenlenmiştir. Dış cephedeki duvar izlerinden ve tavandaki niş ve apsislerden buradaki Bizans Manastır hayatının büyüklüğü anlaşılmaktadır
Yarımburgaz
Mağarasının Çevresi
Özellikle mağaranın tam karşısında derenin öteki yanındaki kayalık alan, denizel ve karasal fosil açısından oldukça zengindir. Mağarada yaşayan ilk insan gruplarından günümüze kadar faaliyet gösteren topluluklara ait tüm kültürel izler burada mevcuttur. Yarımburgaz Mağarası ve çevresinin Homo Erektus denilen insanın ilk atalarına ait yaşam alanı olduğu düşünülürse, İstanbul’un, ülkemiz ve tüm Dünya için ne büyük önem taşıdığı daha açık bir şekilde anlaşılır. Avrupa’dan yüz binlerce sene önce insan topluluklarının yaşam alanı olarak seçtiği bu coğrafyanın kıymeti bilinmeli ve dünyaya duyurulmalıdır.
Bilimsel Sonuçlar
Gerek jeolojik dönemlere ait fosil zenginliği, gerek ortam değişikliğini veren farklı dolgularınvarlığı, arkeolojik kültürlerle birlikte ele alındığında çok ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bölge yalnızca Yarımburgaz olarak değil, çevresiyle bir bütün olarak ele alınmalıdır. Mağara önünden geçen Sazlıdere’nin kuzeyi boyunca bu izleri yakalamak mümkündür.
İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Yüzey Araştırması (İTA) projesi üyelerinin, 2007-2009 yılları arasında mağara ve çevresinde yaptığı incelemelerde, daha öncekiaraştırmacıların çok fazla üzerinde durmadığı dönemlere ait kalıntılar fark edilmiştir. Özellikle Mağara’nın dışındaki taş oyma merdiven basamakları, oda mezarlar ve bazı koyu renkli el yapımı seramik parçaları, Trak/Frig kültürünün özelliklerini göstermesi açısından ilginçtir. Balkanlardan MÖ 1200’li yıllarda gelerek İstanbul Boğazı üzerinden Anadolu’ya geçen bu topluluğun “Trak/Frig” izlerinin, Yarımburgaz çevresinde de varlığının belirlenmesi bölgeninönemini artırmaktadır. Yarımburgaz’ın tam karşısındaki yamaç, kireçtaşı oluşumludur.Kayalarda var olan oyukların genişletilerek iki odalı insan yerleşimine uygun mekân haline getirildiği anlaşılmaktadır. Bu düzenlemenin Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
Başakşehir Çevresinin Tarihsel Kronolojisi Ve Yeni Bulgular
İstanbul’un en erken insanlık izlerinin bulunduğu Başakşehir’in yakın çevresinin tarihsel kronolojisini İstanbul’un kronolojisinden ayırmak mümkün değildir.
Başakşehir’in sahip olduğu Yarımburgaz dışındaki buluntulara göre sırasıyla gidecek olursak, özellikle kuzey bölgelerindeki Karadeniz kıyısında Alt Paleolitik’ten itibaren Prehistorik izler veren Ağaçlı, Gümüşdere, Domuztepe, Domalı gibi merkezler tespit edilmiştir. İstanbul’un Marmara kıyılarında ise, Ambarlı, Büyükçekmece Eskice Sırtı, Küçükçekmece, Avcılar-Firüzköy mevkilerinde Alt ve Orta Paleolitik döneme ait taş aletlere rastlanılmıştır. Tarımı bilen toplumların Avrupa’ya Anadolu üzerinden geçişinin önemli kanıtları olarak kabul edilen çakmaktaşından tarımsal aletler, Başakşehir ilçesinin güney sınırlarının ulaştığı Küçükçekmece Gölü kıyılarında ele geçmiştir. Avcılar/Firuzköy Yarımadası üzerinde, tespit edilen tarih öncesi döneme taş aletler (MÖ 7500-6000) önemli buluntularıdır. Buluntular, Ön Asya dışında Avrupa topraklarında ilk kez ele geçen naviform biçimli aletler olduğundan, Avrupa Neolitiği’nde, Çanak Çömlek Öncesi Dönemin bulunduğuna dair en erken kanıtlar olma özelliği taşımaktadır.
Yarımburgaz Mağarası’nın hemen 2.5 kilometre güneyinde yer alan Firüzköy yarımadasını,Yarımburgaz Mağarası’nın binlerce yıl önceki yerleşimcilerinin kullanmış olması kaçınılmazdır. Son derece güzel bol besin kaynağının bulunduğu bu alan hem tarım, hem de av yeri olarak çok uygundur. İstanbul’un Trakya kesiminde Yenikapı’daki kurtarma kazılarında, ele geçen çanak çömlek, kremasyon ve humasyon tipindeki iki farklı ölü gömme geleneği ve dal örgü tipindeki evleriyle Geç Neolitik döneme tarihlenen bir yerleşmenin varlığı ortaya konulmuştur.
Seramikler
Ve Tarımsal Faaliyetler
İstanbul’un Trakya kesiminde Çanak Çömlekli Neolitik (6500) ve Kalkolitik Çağa (5500-3200) aitveriler, yine göl kenarında Firuzköy’de tesadüfen açılan su kuyularından çıkan el yapımı koyu qrenkli seramikler sayesinde anlaşılmıştır. İlk tarımsal faaliyetlerin ardından, insan hayatına, pişmiş topraktan çanak çömlek üretiminin de girdiğini gösteren bu seramik parçaları, Yarımburgaz kazılarının ortaya koyduğu Neolitik tabakalarından bilinen örneklere benzemektedir.
Erken Tunç Çağı’na (MÖ 3200-2000) ait arkeolojik yerleşmelerin çoğunun, yükselen deniz seviyeleri altında kaldığı sanılmaktadır. Küçükçekmece Göl Havzası Bathonea kazılarında 2013 yılında ele geçen demirden heykelcikler, 2015 yılı kazılarında ortaya çıkan geyik üzerinde betimlenmiş kurşundan bir tanrıça, Erken Hitit Dönemine ait seramik parçaları ve aynı döneme ait Kıbrıs testi parçası, MÖ 2. binlerde, İstanbul merkezinin ve Başakşehir çevresinin boş kalmadığını ve üstelik uzak deniz ticaretinin varlığını kanıtlamaktadır. Yarımburgaz Mağarası’ndaki gemi resimlerinin de bu dönemine ait olduğu kabul edilmektedir.
Balkan Esintisi
Deniz halklarından tamamen farklı ve daha çok kara ile ilişkili kuzey Balkan kökenli Trak/Frig halkına atfedilen Barbar seramiklere, İstanbul’un Trakya kesimindeki Silivri ve Çatalca, Avcılar, Küçükçekmece, Başakşehir ilçelerindeki arazilerde ve yerleşimlerinde araştırmalarsırasında rastlanmıştır. Yüzey araştırmalarında tespit edilen Barbar seramiklerin yanında, Trak/Frig kavimlerinin ana yurtları olan
Balkanlar’daki örneklerine benzeyen kayalara oyulmuş kültalanları, kült kuyuları, sıvı kanalları, tümülüsler, maden cürufları ve Çakıl köyünün güneyindeki dağlık alanda eski bir demir maden ocağına ait kalıntılardan oluşan arkeolojik veriler, Trak/Frig kavimlerinin İstanbul Boğazı üzerinden geçişini belirginleştirmiştir.Yarımburgaz yakınlarındakayalara oyulmuş bazı alanların, bu halklar tarafından oyularak açık hava tapınağı olarak kullanılmış olabileceğini düşünmekteyiz.
ölgede yaptığımız sözlü tarih araştırmalarında Başakşehir’in açık arazilerinde, 50-60 yıl evvel tümülüs tarzı tepelerin bilindiği ancak bunların tarım yapılırken düzeltildiği ve dağıtıldığı anlatılmıştır. Başakşehir tüm Trakya gibi, Orta ve Geç Demirçağ’da MÖ 900-330 bir Trak bölgesi olarak kalmış, Büyük İskender’in Trakya üzerinden Anadolu’ya girişiyle Helen dünyasının topraklarına dahil olmuştur. Büyük bir coğrafi alanda yaşamalarına karşın kabile tarzı küçük köy ve kasabalarda yaşayan Trakların yerleşim yerlerinin tespiti mümkün olmamıştır.
Traklara ait genellikle Tümülüs tarzı mezar yapıları ve keski ile düzeltilmiş kayalar ya da kaya oyukları ve bu alanlarda ele geçenel yapımı koyu renkli çanak çömlek parçaları dışında pek fazla kültürel materyal yoktur. Trak yerleşmelerinin tespit edilememesi konusundaki yaygın olan kanı; Trakların konut mimarisinde dayanıksız malzeme olan kazıklar üzerine oturan, dal örgü arası saman ile doldurulmuş ahşap evlerde yaşamalarıdır. Ancak, Trakların farklı materyaller kullanarak farklı iskan birimleri oluşturmuş oldukları da bilinmektedir.
Kayabaşı Mahallesi Trak Ruhu
Kayabaşı Mahallesi (K 41°06’10.02” D 28°43’59.3”) koordinatlarında, kireç taşı formasyonlu kayalık bir alanda insan eliyle yapılan düzeltmelerle karşılaşılmıştır. Kayalık alanın Demirçağ Kalesi, ya da büyük bir açık hava kutsal mekân düzenlemesi olduğu düşünülmektedir. Tepesi düzeltilen kayalık alanın yamaca doğru inen kısımlarında dörtgen biçimli girintiler açılmıştır. Kayalığın en üst kısmının tabanında ahşap direklerin girebilmesi için düzenli aralıklı çukurlara rastlanılmaktadır. Kayalık alan uzaktan bakıldığında tahkimli bir kale görüntüsü vermektedir.
Trakya’nın Bulgaristan, Romanya bölgelerinden bilinen, ahşap direkli çevirmeli Demir Çağı kale yapısı formuna çok benzeyen bu kayalık, doğu ve batı yönde aşağıda verimli ve sulak arazilere hakimdir. Kayabaşı’ndaki bu alan Trakya’nın en doğu ve bu kültürün son noktası olarak önem kazanmaktadır. Alanın daha iyi anlaşılabilmesi için arkeolojik kazı ve sondajlara gerek vardır.
Doğu Trakya’da yaygın olan Trak kültür mirasının kalıntıları olan “Tahkimli Kaleler”, “Sunaklar”ve “Kutsal Alanlar” Trak ruhunu anlamamıza yardımcı olacak en önemli anıtlardır.
Bu tip kutsal mekânların diğer Balkan örnekleri ışığında değerlendirmek gerekmektedir.Yüksek tepeler ve ulaşılması güç yüksek yerler üzerinde şekillenen ve daha çok doğal kaya oluşumlarını kullanan etrafı yığma taşlarla çevrili geniş kutsal mekânlar ile yine yüksek kayalıklar veya tepe oluşumları üzerinde hazırlanmış platformlar ve bunları aşağıdaki alanlara ve daha çok da hemen yakında bulunan akarsu veya diğer suya dayalı oluşumlara bağlayan kayadan oyma merdivenlerdir. Trak ayinlerinde çok önemli bir obje olan ve gök ile yer arasındaki ilişkiyi sembolize eden bu tip merdivenlerin rahipler veya rahip krallar tarafından kullanıldığı ve bu tip merdivenlerin ahşap örneklerinden de faydalanıldığı bilinmektedir.
Bu durum Trak dünya görüşü ve Ktonik dini dönüşüm sistemi için yeraltından göklere uzanan bir bağ ve aynı zamanda üst sınıflar ve alt sınıflararasındaki rahiplik kurumunun dengeleyici rolüyle özleşen sembollerdir. Bu tip sunaklar dışında kaya nişleriyle kendisini gösteren ve gizli törenler ve ayinler için kaya yüzeylerinde açılmış nişler oluşturma geleneğinin örnekleri yanında kaya yüzeylerinde oluşturulmuş daire biçiminde güneş sembollerine de rastlanılmaktadır.
Azizler Kenti
Alexiad adlı ünlü tarih kitabıyla tanınan Bizanslı tarihçi Anna Comnena (1083-1153), Aziz Teodore Tiron adına yaptırılmış önemli bir kiliseden söz eder. Janin, bu yerin Constantinopol yakınlarındaki derin dere anlamına gelen Bathys Ryax (Sazlıdere) adlı merkezde olduğunu düşünür. Hermitaj Müzesi’nde korunan mine işçilikli bir plaka üzerinde de Aziz Theodore adı ile birlikte Bathys Ryax ismi yazmaktadır.
Resneli Çiftliği
Yarımburgaz’dan birkaç yüz metre kuzeyde Osmanlı döneminden kalma Resneli Çiftliği olarak bilinen Resneli Niyazi Bey’in konağının selamlık ve müştemilatı, geç dönem Osmanlı kırsal sivil mimarisi için iyi bir örnektir. Çiftliğin biraz yukarısında oluşturulmuş Sazlıdere Barajı, bölgenin ilk sulama sistemi olan Osmanlı dönemi Şamlar Barajı’nı yutmuş durumdadır.Başakşehir’in İstanbul’un tarih öncesi ve sonrası dönemlerinde insan topluluklarının yaşadığı sosyolojik olayların özelliklerine göre hem Anadolu üzerinden, hem de Avrupa- Balkanlardan sürekli geçiş bölgesi olarak kullanıldığını göstermektedir. Arkeolojik çalışmalar sürdükçe, Başakşehir’in tarihi, İstanbul, Türkiye ve Avrupa tarihine katkı sunmaya devam edecektir.
Jeolojik süreçler
ve değişim
Yüzbinlerce yıl önceki jeolojik süreçte, Başakşehir bölgesinin deniz bağlantısını sağlayan Küçükçekmece koyunun zaman içinde Lagün Gölü şekline dönüşümü, jeolojik ve arkeolojik araştırmalarla tespit edilmiştir.Küçükçekmece Lagünü’nün oluşumu Marmara Denizi, Karadeniz ve Akdeniz arasındaki bağlantılara bağlı olarak gelişen deniz düzeyi ile yakından ilintilidir. Jeolojik süreçte denizler arasındaki bağlantı Kuvaterner’de gözlenen iklim salınımları nedeniyle buzul dönemlerinde kopmuş, buzul arası dönemlerde yeniden kurulmuştur.
Günümüzden yaklaşık olarak 18.000 yıl önce Son Buzul Çağı’nda küresel deniz seviyesinin oldukça aşağı düşmesiyle, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki bağlantı kesilmiştir. Söz konusu dönemde alçalan Marmara Denizi, göle dönüşmüştür. Alçalan yeni kaide seviyesine bağlı olarak, bugün Küçükçekmece Gölü’nü besleyen akarsular vadilerini derine yarmışlardır. Günümüzden 14.000 yıl önce Holosen Dönem’le birlikte Dünya deniz seviyesinde gözlenen yükselmeye paralel olarak, Marmara Denizi’nin seviyesi de yükselmeye başlamıştır. Marmara Denizi’nin yükselip alçalması, bir kaç bin yıl öncesine kadar devam etmiştir.
Temiz Su
Kaynakları
Ve Av Yaşamı
Geç antikçağ gezginlerinden, 552-558 yılları arasındaki olayları aktaran Myrinalı Agathias, Küçükçekmece Gölü’nün, Justinianus döneminde (527-565) İstanbul’un bir limanı/demir yeri olduğunu bildirmiştir.
Günümüzde, Marmara Denizi’nden Küçükçekmece Gölü’ne teknelerle giriş Menekşe Kanalı’yla hala mümkündür. Antik Çağ’da deniz ile gölü bağlayan kanala “Myrmex” adı verilmiştir. Osmanlı dönemi haritalarında deniz tarafından göle girişi sağlayan iki kanal görülmektedir. Başakşehir’in konumlandığı coğrafi bölge, kuzeyden Karadeniz, güneyden Marmara’nın sağladığı değişik klima sistemi ve rüzgarlar sayesinde oluşan ılıman iklimiyle tarım ve çiftçiliğe uygundur. Başakşehir’in sahip olduğu temiz su kaynakları, su ve av hayvanlarının zengin çeşitliliği sayesinde, yüz binlerce yıldan beri insanların yaşam için seçtiği bir bölge olmasına şaşırılmamalıdır.
Avrupa’nın En Eski İnsanlık İzleri
Ülkemizin ve Avrupa’nın yaklaşık 600.000 yıl öncesine dayanan en eski yerleşimcilerine ait izler, Başakşehir ilçesi sınırları içindeki Yarımburgaz Mağarası’nda tespit edilmiştir. İstanbul’un ve ülkemizin insanlık tarihi ve tarih öncesi çağları araştırmalarının ilk noktası olan Yarımburgaz Mağarası, 1869/70’li yıllarda jeolog Abdullah Bey’in bilim dünyasına sunduğu birkaç yayının ardından, önem kazanmıştır. Mağaradaki ilk arkeolojik incelemeler 1959 yılında Şevket Aziz Kansu tarafından yapılır. 1963’te İsmail Kılıç Kökten, 1964-1965’te Şevket Aziz Kansu-Necati Dolunay tarafından açılan sondajlarla bazı bilgiler edinilir.Yarımburgaz Mağarası uzun bir aradan sonra İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın bilimsel danışmanlığında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nda 1986 yılında tekrar değerlendirmeye alınır.
Başakşehir sınırları içinde Altınşehir mevkiinde kalan bu doğal mağara, sadece ülkemizin değil, Avrupa’nın da en eski insanlık izlerini barındırması açısından Dünya kültür tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Mağara, günümüzde 2,5 km güneyinde yer alan Küçükçekmece Lagün Gölüve önünden geçen Sazlıdere (Antik Bathynias Deresi) ile ve zengin su kaynakları yakınında olmasıyla doğal bir barınma ve konaklama özelliğine sahiptir. Binlerce yıl önceki konumunda Küçükçekmece’nin, Marmara’nın bir koyu olduğu düşünülecek olursa, Marmara Denizisularının mağaranın önüne kadar yaklaştığı sanılmaktadır.
Kuzeyden gelen Sazlıdere’nin tatlı sularının deniz suyuyla birleştiği mağarada oluşan eko-sistemde gelişen zengin su ürünleri ve buna bağlı beslenen su kuşları, ilk yerleşimcilere sonsuz bir besin kaynağı yaratmış olmalıdır. Mağara içindeki yaz kış değişmeyen sıcaklık insanların barınması için çok ideal birkonum oluşturur.
Arkeolojik Kazılar Ve İnsanlık Tarihi
Mağarada yapılan arkeolojik kazılar, daha çok insanlık tarihini ilgilendiren kültür kazıları olmuştur. Mağaranın ana kaya tabanına kadar inilmemiştir. Ancak yine de bu kazılar, mağaranın jeolojik önemini ortaya çıkarmıştır. Böylece Marmara bölgesinin geçirdiği jeolojik değişimler ile iklim farklılıkları tespit edilebilmiştir. Çalışmalarda Marmara bölgesinin Orta Pleistosen başlarından günümüze kadar soğuk-kurak, soğuk-yağışlı, sıcak-kurak ve sıcak-yağışlı dönemler geçirdiği anlaşılmıştır. Bu değişimleri gösteren katmanlarda, dönemin hayvan fosilleri ele geçmiştir. Bölgede yaşayan canlı türleri hakkında da oldukça bilgi vermiştir. Mikro fauna örneklerinden anlaşıldığına göre, yarasagiller, böcekler, kuşlar, kemirgenler, balık çeşitleri yanında Makro fauna türlerine giren ayılar, yaban domuzları, köpek ve kedigiller, sırtlangiller ve sansargiller gibi türlerin varlığı tespit edilmiştir. Mağarada ele geçen buluntular arasında insan kemiklerine rastlanılamamıştır. Ancak, onların kullandığı ilkel aletler (Paleolitik Çağ’a tarihlenen)ağırlıklı olarak yer almaktadır. Bunlar çimentolaşmış breş tabakası altında kitlenmiş durumda kalan Orta Pleistosen Dönemi aletleridir. Bu aletler, insanlık tarihinin, yaklaşık 2 milyon yıl evvel kullanmaya başladığı ve yüzbinlerce yıl aynı biçimde üretip kullandığı ilk aletlerdendir.
Bunlar mağarada Dip Pleistosen’in sonları ile Orta Pleistosen’in başlarından itibaren insanların yaşamış olduğuna işaret etmektedir. Mağarada ele geçen aletlerin bir diğer önemi ise, insan elinden çıkma ilk aletlerin, satır ve kıyıcı satır endüstrisine ait belgelerin gerçek katmanları içinde saptanabildiği ilk yer olmasıdır.
Mağara Girişleri
Mağaranın günümüzde birbirinden farklı kotlarda iki ağzı bulunmaktadır. Aşağı giriş, A galerisi, yukarı giriş B Galerisi olarak kotlanmıştır. Yukarı mağaradan içteki büyük boşluktan aşağı mağaraya bir rampa ile geçilmektedir. Altta galeri biçiminde başlayan, daha sonra kayalığınderinliklerine doğru tünel görünümünde, menderesler çizerek, yer yer geniş boşluklarla devam eden Aşağı Mağara/A Galerisi, yaklaşık olarak 700 metre kadar devam etmektedir. Paleolitik çağlarda mağaranın çevre şartlarının günümüzden çok farklı olduğu tahmin edilmektedir.
Altınşehir formasyonu
Yarımburgaz Mağarası, jeolojik olarak Altınşehir formasyonu olarak adlandırılan birim içinde, altta resifal kireçtaşı ve üstte killi kireçtaşı ile temsil edilir. Orta Eosen kökenli kalker oluşumlu bir kayalık tepenin Küçükçekmece Gölü’ne dökülen Sazlıdere’ye bakan batı yamacında yer alır. Mağara, fosilli eosen kireçtaşı içinde doğal olarak oluşmuştur. Karstik özellik sunar. Yaklaşık 1.000.000 yıl öncesinde oluşmuş bir Orta Pleistosen dönem mağarasıdır. Mağaranın oluşumundan yaklaşık 400 bin yıl sonra insan gruplarının mağarayı kullanmaya başladığı anlaşılmaktadır. Burada insanlığa ait izlerin yaklaşık 600.000 yıl evvel başladığı sanılmaktadır.
Yarımburgaz Mağarası, arkeoloji, jeoloji, jeokronoloji, jeoarkeoloji ve paleoekoloji açısından çok büyük bir öneme sahiptir. İçindeki dolgular 4. zamandan (Kuarterner) bu yana değişen iklim,ortam, biodünya, deniz seviyeleri ile kültür tarihinin birlikte izlenebildiği çok önemli bir jeoarkeoloji rehberi niteliğindedir. Mağaranın iki girişi bulunmaktadır. Üst kotta 52 metre uzunluğunda ve tavan yüksekliği yaklaşık 15 metreye yaklaşan büyük bir galeri ile, aşağı kotta 700 metre kadar ilerlenen başlangıcı dar ancak zaman zaman genişleyip sarkıt ve dikitlerin oluştuğu boşluklara sahip galerilerden oluşmaktadır.
Roma İzleri
Başakşehir Kayabaşı’ndaki kayalığın tepesinde kuzey-güney yönlü Chamosorion (kayaya gömülü ve kapağı ayrı işlenmiş lahit) tipi mezar yapılarına rastlanmıştır. Söz konusu mezarlar Roma dönemine ait olmalıdır. Mezarların ölüleri alınarak fotoğrafı çekilmiştir: Mezarlardan bir tanesi defineciler tarafından tahrip edilmiştir.
Antik Spradon
Başakşehir’in kuzeyi tarih boyunca küçük köylerin bulunduğu kırsal bölge olarak kalmıştır. Başakşehir-Avcılar sınırları arasında kalan Antik Spradon, küçük bir köy yerleşmesidir. Başakşehir’de, Roma’nın son dönemlerinde Erken Hristiyanlık kiliselerinin kurulduğu bilinir.
Bu dönemde gizli yapılan ibadetler için en ideal yerler gözden, merkezden uzak bölgeler, darderin vadiler ve mağaralardır. Yarımburgaz’ın yukarı galerisi bu amaca uygun görülerek kullanılmış, mağaranın içinde iki katlı bir düzenleme yapılmıştır.
Yarımburgaz’ın önünden akan Sazlıdere’nin kuzeyine doğru üç gözlü bir köprü Roma döneminden kalmadır. Ayrıca,Yarımburgaz’dan doğuya doğru gidildiğinde bir diğer derenin oluşturduğu, tepesinde Olimpiyat Stadyumu’nun yer aldığı bir diğer vadinin TEM otoyolu ile kesiştiği noktada üç gözlü bir taş köprü daha bulunmaktadır. Bu köprüler Roma dönemi boyunca büyük dere vadilerini keserek ulaşımı merkeze doğru sağlamak üzere planlanmıştır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
POPÜLER HABERLER |
|
|
|
|
SON HABERLER |
|
|
|
|
|
|